29 Aralık 2016 Perşembe

İSLAM YURTLARI


İslam  yurtları  neden perişan
Kimse yok mu bu işe karışan
Her yer  sömürü  için yarışan
Kanayan yara İslam Yurtları
Huzur bulmaz mı İslam Yurtları

Bütün  güzellik verilmiş bize
Kim  getirir  bu  küffarı  dize
Rabbim uyuyun mu dedi size
Dinmeyen yara İslam Yurtları
İbret almaz mı İslam  Yurtları

Kenara  attık  ilmi,  irfanı
Kafire bıraktık bu meydanı
Gölgede arıyoruz Yezdan’ı
Bulunmaz çare İslam Yurtları
Hiza bilmez mi İslam Yurtları

Vahiy gelemez artık bekleme
Yüce kelama kelam ekleme
Hatayı  kafirlere  yükleme
Bulunmaz yöre İslam Yurtları
Yola gelmez mi İslam Yurtları

Sen uyurken kafir çağ atladı
Fakir  iken  serveti  katladı
Bomba senin ensende patladı
Onlara göre İslam Yurtları
Dize gelmez mi İslam Yurtları

Çok uyudun artık kendine gel
Herkes çalışır neden sen tembel
Kim oldu senin önünde engel
Bulunsun çare İslam Yurtları
Ateş sönmez mi  İslam Yurtları


                            29/12/2016
                        Cemil UYGUN

DERLEME-TOPLAMA-MİZAH

      -İçinde 47 yolcu bulunan bir otobüsün şoförüsünüz, İstanbul Esenler Otogarından yola çıktınız. Otobüs Harem'e uğrayıp üç yolcu aldı.
İzmit'te durup beş yolcu aldı, bir yolcu indirdi.
Karabük'te durup üç yolcu aldı, iki yolcu indirdi.
Kastamonu'da durup iki yolcu indirdi.
Boyabat'ta durup üç yolcu indirdi.
Bu otobüsün şoförünün adı nedir? Cevap: Soru sorulan kişinin ismidir.

    -Hz.  Musa (a.s) gemiye kaç çift hayvan almıştır? Gemiyle hayvanları taşıyan Hz. Nuh'tur.

      -Nerde oturuyorsun?  Evimde!

      -Düğün kimin? Gelinle damadın.

      -Bir elinde kaç parmak var? Beş.
       İki elinde kaç parmak var? On.
       On elin olsa kaç parmağın olur? Kimisi kestirmeden on çarpı on yüz eder diyor. Oysa ki on el, beşer parmaktan elli parmak eder.

       -Eli olmayan babaya ne derler? Noel baba.

        -Yaradılıştan cimri olanlar büyük düşünmekte de cimrileşirler.

    -Manifaturacı dükkanın canıma el yazısıyla Bazen 10 lira yazmış, bazen dediği pazen basma, muzurun biri adamın bir fırsatını bulup dükkanda olmadığı zaman bu yazının altına Bazen de 5 lira yazmış. Manifaturacı bunu uzun süre farkedememiştir. Gelen geçen bir süre bu yazıya gülmüştür.
       
        -İnsan yürüdü mü varacağı noktalarda yanına, yöresine bakar. Önünü, ardını kollar, hesap yeniler. Öküzcesine yürüdün mü mezbahaya varırsın.

        -Dünyayı inşa eden beş Yahudi;
         Dünyanın temeli kanundur diyen Moşe (Musa),
         Dünyanın temeli sevgidir diyen Jeus,
         Dünyanın temeli paradır diyen Karl Marx,
       Herşey izafidir diyen Albert Einstein. (Osman Necmi Gürmen-Yaban Gülleri, S: 77-78-79)

       -Sabrın dibi saf altın.

       -Küçük ve savunmasız bir aslan yavrusu iki yılda mükemmel bir katil oluyor ama koskoca bir fil kendini korumayı beceremiyor.

         -Dünya beşten, beden baştan küçüktür.

         -Bir sinek bir kartalı kaldırdı vurdu yere,
          Yalan değil gerçektir, ben de gördüm tozunu. (Şiir)

Şu dünyayı parsel parsel eylesen eylesen
Sana düşecek bir mezar yeri bir mezar yeri bir mezar yeri
Denizleri ummanları bölüşsen
Fezaları uzayları bölüşsen bir mezar yeri bir mezar yeri bir mezar yeri
Düşündün mü valizinde yokluğu yokluğu
Kafesten uçurun da bir gün kekliği hele kekliği
Boyuna ölçerler de beyaz ipliği beyaz ipliği
Sana da düşecek bir mezar yeri bir mezar yeri bir mezar yeri
Gel yatma ey gafil uykudan uyan uykudan uyan
Atını eğerle kalmadan yayan kalmadan yayan
Makamdan vazgeçen de rütbeni soyan
Mevkinden vazgeçen de rütbeni soyan
Sana da düşecek bir mezar yeri bir mezar yeri bir mezar yeri
İbrahim duanında yalvar Allah’a yalvar Allah’a
Seni darda koymaz her dem billaha her dem billaha
İbrahim duanında yalvar Allah’a yalvar Allah’a
Seni darda koymaz her dem billaha her dem billaha
Dua varken ne lüzum var silaha
Sana da düşecek bir mezar yeri bir mezar yeri bir mezar yeri
Dua varken ne lüzum var silaha
Sana da düşecek bir mezar yeri bir mezar yeri bir mezar yeri
Bana da düşecek bir mezar yeri bir mezar yeri bir mezar yeri
                                                        (Şair Cemal Kuru)



KIBRIS İÇİN KAMİKAZE PİLOTU

Sabra ve Şatilla katliamlarını yapan Ariel Şaron gibi bir cani, terörist devletin halkı tarafından önce Başbakan, sonra Cumhurbaşkanı yapılmıştır. Saldırıyı uluslararası sularda, yine tamamen silahsız uluslararası sivil toplum kuruluşlarından oluşan insanlara saldıran terörist İsrail, cinayetler listesine korsanlık eylemini de katmıştır. İsrail bunları yapmadan önce çok ince hesaplar yapmış, kendisine hesap soracak, cinayetlerine izin vermeyecek Milli Görüş'ü iktidardan uzaklaştırmıştır. Çünkü Kıbrıs Federe Devlet Başkanı Papaz Makarios'u cuntacı Rumlar devirdiğinde adada EOKA'cı Rum militanlar, Müslüman Türkleri toplu katletmeye başladığında buna Milli Görüş'ün ortak olduğu koalisyon hükümeti karşı çıkmış ve Şanlı Barış harekatını başlatmış, kahraman ordumuz bunu zaferle tamamlamıştır. Devrin Başbakanı Bülent Ecevit bunu daha sonra Adalet Bakanlığı yapan Prof. Dr. Hikmet Sami Türk'e anlatmıştır. Yine o sırada İskandinav ülkelerine giden Bülent Ecevit'in Esenboğa Havalimanı'ndan uğurlanışının ardından Başbakan vekili olan Prof. Dr. Necmettin Erbakan, devrin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar'a "harekâtı derhal başlatın" emrini vermiştir. Bu emrin alınmasından yarım saat sonra "ABD'nin 6. filosunun İtalya'dan Akdeniz'e açıldığı" şeklinde bir istihbarat gelmiştir. Bu istihbaratı duyan Erbakan yine Esenboğa Havalimanı'nda pilotlara hitaben bir konuşma yapmıştır. Toplam 173 pilot U şeklinde sıralanmıştır. Ortada Erbakan'ın yanında Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları vardır. Erbakan, 6. filonun 15 parça gemiden, en büyüğünün ise Kennedy uçak gemisi olduğunu, her geminin bacasından bir pilotumuz dalış yapacağını, Kennedy uçak gemisine ise iki pilotumuzun kamikaze pilotları gibi saldırıp safdışı bırakacaklarını, bu nedenle 16 gönüllü pilota ihtiyaç duyulduğunu söylemiş ve  gönüllülerin bir adım öne çıkmasını istemiştir. Orada bulunan toplam 173 pilotumuzun hepsi derhal üç adım öne geçmiştir. Erbakan, bir şey yapmanıza gerek yok bu haber yerine ulaşmıştır,  "İkinci emri bekleyin" deyince ve bundan 15 dakika sonra gelen ikinci istihbarat: "ABD'nin 6. filosu olduğu yerde demir attı" şeklindedir. Yani Erbakan Hoca’nın çelik iradesi ve Milli cesareti ABD’yi hizaya getirmiştir.

26 Aralık 2016 Pazartesi

GÖBEĞİNDE NE VAR?

        Göbekli ihtiyar göbeğini yaymış oturmaktadır. Yaramaz mı yaramaz bir torunu vardır. dedesini rahat bırakmaz. Gelir dedesinin göbeğine vurur kaçar.
        İhtiyarın dur yavrum demesine aldırış etmeden her seferinde biraz daha sert bir şekilde vurur kaçar. İhtiyar kızmaya başlamıştır.
        Yaramaz yine gelir ve daha sert bir şekilde dedesinin göbeğine yumruk atıp dedesine;
       -Bunun içinde ne var? diye sorar.
        Canı yanan dede kızgınlıkla olmadık bir şekilde torununa;
       -Ne olacak, bok var, der.
       Yaramaz çocuk dedesine bu sefer bir soru daha sorar;
       -Bu kadar boku nasıl yedin dede?
 




KASABIN ÇOBANI

     Genç kasap koyunlarını aniden bırakıp giden çoban sebebiyle çobansız ortada kalmıştır. Sürünün mutlaka otlatılması gerekmektedir. Çoban bulana kadar çaresiz bu görevi babasına havale etmiş, ihtiyar baba sabah sürüyü alıp çıkmış koyunları otlatmak için. Sürüyü otlattığı yerde bir başka sürü daha vardır. Kasabın babasını öbür sürünün çobanı tanımamaktadır. İki çoban koyunlar birbirine yaklaşınca muhabbete tutuşmuşlardır. 
        Genç çoban tanımadığı ihtiyar çobana;
       -Kimin çobanısın amca, diye sorar.
       İhtiyar çoban;
       -Kasabın adını söyler,
       İhtiyar çoban genç çobana kimin çobanı olduğunu sorar. O da çalıştığı ağayı söyler.
       İhtiyar muzurdur,
       -Kaç liraya anlaştınız, diye sorar,
       -550 liraya anlaştık der, genç çoban.
       Soru sorma sırası bu sefer genç çobana gelmiştir.
       -Sizin anlaştığınız ücret ne kadardır, diye sorar.
       -Ben para falan almam, böyle bir anlaşmam yok, yemeğimi, ekmeğimi, kılık kıyafetimi alır, bir de akşamları anasıyla yatırır, daha ne yapsın, deyince ihtiyar,
         Genç çoban şaşırır, itibarlı dürüst biri olarak duyduğu kasap hakkında basar küfürleri...
         Neyse çobanlar ayrılır, akşam olur. Herkes evine, sürü ağıllarına döner fakat genç çobanın kafasına takılmıştır ihtiyarın dedikleri. Bunu her önüne gelene anlatır. Söz döne dolaşa kasabın kulağına kadar gider, iyice babasına bu muzur şakası için kızar, çatmak için fırsat kollar. aradan geçen zamanda sürüye çoban bulunur. İhtiyar baba kasap dükkanına oğlunun yanına gider, kendisini arayıp soran var mı diye sorar. Fırsatı bulan kasap babasına;
           Bir çoban geldi, iş arıyormuş, ne dersin işe alayım mı? deyince ihtiyarın muzurluğu aklına gelir ve satırı kaptığı gibi oğlunun peşine düşer. Kasap dükkandan kendini dışarıya zor atar. 
             Senin komşu sürünün çobanına anlattığın şartlarla çoban olarak o adamı alalım mı der?
             İhtiyar yaptığı şakanın epeyce muzur olduğunu anlar, iş tatlıya bağlanır.
       

CEBRAİL (a.s)'in PEYGAMBER EFENDİMİZ'den (s.a.v) SONRA YERYÜZÜNE İNMESİ

CEBRAİL (a.s)'in PEYGAMBER EFENDİMİZ'den (s.a.v) SONRA YERYÜZÜNE İNMESİ

  Peygamber efendimiz:
 "Cebrâil'e sordum, benden sonra bir daha yeryüzüne inecek misin?  Cevaben dedi ki:
 "Evet on defa daha ineceğim ve her gelişimde bir şeyi kaldıracağım."

-"İlk inişimde yeryüzünden bereketi kaldıracağım." 

-"İkinci inişimde insanların kalplerinden merhameti kaldıracağım."

-"Üçüncü inişimde insanların kalplerinde sevgiyi kaldıracağım."

-"Dördüncü inişimde hayayı kaldıracağım." 

-"Beşinci inişimde adaleti kaldıracağım."

-"Altıncı inişimde fakirlerden sabrı kaldıracağım."

-"Yedinci inişimde zenginlerden cömertliği kaldıracağım."

-"Sekizinci inişimde alimlerden ameli kaldıracağım."

-"Dokuzuncu inişimde yeryüzünden Kuran-ı Kerim'i kaldıracağım."

-"Son inişimde imanı alıp gideceğim."

Tenbîhul Gafilin
Abdüllatif s:247

22 Aralık 2016 Perşembe

Musa GÖKTÜRK-Hasan Ali İZZET
“Atatürk Öldü mü, Öldürüldü mü?” Notları

  • Atatürk’ün hastalığı 1937 yılında ortaya çıkmış, hasta olmasına rağmen Hatay sorunu ile ilgilenmek için yaptığı güney seyahatinden İstanbul’a dönünce doktorları tarafından hastalığı teşhisi konulmuştur. (S. 21)
  • Hastalığının ciddiyetini anlayan Atatürk, 5 Eylül 19398’de vasiyetini yazmış, hastalık sebebiyle Cumhuriyetin 15. yıl dönümü törenlerine ve 1 Kasım 1938’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılış törenlerine de katılamamıştır. (S. 22)
  •  8 Kasım’da hastalığı şiddetlenmiş ve 10 Kasım 1938 sabahı saat dokuzu beş geçe hayata gözlerini yummuştur. Cenaze namazı 19 Kasım günü Prof. Şerafettin Yaltkaya tarafından kıldırılmıştır. Cenaze namazının bir camide kılınıp kılınmama yolunda dinen bir sakınca olup olmadığı İlahiyat Fakültesi Kelam İlmi ve İslam Felsefesi Ordinaryüs Profesörlerinden Mehmet Şerafettin Yaltkaya’ya sorulmuş, cenaze namazlarının muhakkak camide kılınacağına dair kesin bir kayıt bulunmadığını belirten Yaltkaya; bu konuda Diyanet İşleri Başkanlığının da görüşünün alınmasını tavsiye etmiş, Milli mücadelenin meşrutiyetine dair Anadolu Uleması fetvasına ilk imza atan din adamı Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi; “O’nun cenaze namazı tertemiz hale getirdiği bu vatanda, bu farizanın yerine getirilebildiği her yerde kılınabilir” fetvasını vermiştir. (S. 23-216-217)
  • Mustafa Kemal Erzincan’dan geçerken Dersim ve Koçgiri Kürtlerinin yapmakta oldukları suikast girişiminden haber almıştır, koruma tedbirlerini alarak Çardaklı boğazından Zara ve Sivas’a geçmiştir. Bu konuya Nutuk’ta yer verilmiştir; “Erzincan methaline gelir gelmez bazı jandarma neferlerinin ve zabitlerinin heyecanlı mütelaşi bir tarzda otomobillerimizi Tevfik ettiklerini gördük. Vaziyeti izah ettiler. Dersim Kürtleri boğazı tutmuşlar, tehlike vardır, geçilmez” (S. 29-30)
  • Atatürk’e Yunanistan’ın Samsun’a yolladığı subaylarına kurdurduğu 40 kadar çete tarafından Samsun’a ayak basması ardından suikast girişiminde bulunulmuştur. Samsunlu tütün tüccarı Pantzou Dimitriadis’in oğlu Samsunlu Rumlar teşkilatına çalışan Stathios, Mustafa Kemal’in Samsun’a gelmesini öğrendikten sonra teşkilatın başkanı Kaptan Stilo Komidis’e Samsun’dan ayrılışını bildirmiş, Samsun Kavak yolunda pusu kurulmuştur. Mustafa Kemal çetenin kurşunladığı arabanın gerisinde başka bir arabada bulunduğundan bu suikasttan kurtulmuştur. (S. 31-33)
  • Mustafa Kemal’e Pontus çeteleri tarafından da Ankara’da suikast planlanmış alınan tedbirlerle faillerin bu işi yapmalarına fırsat kalmadan yakalanması sağlanmıştır. (S. 35-44 arası)
  • ·       Milli mücadele sırasında bir takım entrikalarla bertaraf edemedikleri Mustafa Kemal’i en sonunda Afgan emirini öldürüp ardından mevlit bile okutturan Mustafa Sagir adlı Hint asıllı bir casus eliyle öldürtmeye çalışmışlardır. Hint Müslümanlarından Mustafa Kemal Paşa’ya kutsal emanetler ve yardım paralarını getirdiği bahanesiyle içimize sokulmuş bu suikastçının alınan önlemlerle planı bozulmuş, yakalanarak idama mahkum edilmiştir. Hint Müslümanları adına temsilci olarak gelen bu kişiye Atatürk iltifat etmiş, meclise takdimini emretmiştir. Mustafa Sagir Yeni Gün Gazetesinin sahibi ve başyazarı Yunus Nadi ile de tanışmış, gazeteden alıp memleketine göndermek istediğini söylemiş, Yunus Nadi durumu Atatürk’e bildirmiş, Mustafa Kemal; “Bu adam casustur, … Sonuç alınıncaya kadar kimseye bahsetmeyin” demiştir. Mustafa Kemal’e Sagir’in casus olduğunu anladığı halde bunu makamlara bildirmediği sorulduğunda; “Maksadım gizli servisimizin nasıl çalıştığını anlamaktı, içimize kadar elini kolunu sallayarak bizim kadim dostumuz gibi girdiği halde binlerce insandan oluşan gizli kuvvetlerimiz çözebilecek mi diye merak ediyordum, çok şükür ki tanımakta onlar da gecikmediler” demiştir.  Hatta bu casus Şeyhülislam Dürrizade Efendi ile bile görüşmüştür. Dürrizade; milli mücadelenin düşmanı olup, milliyetçilerin ileri gelenlerini verdiği fetvalarla gıyaben idama mahkûm eden İstanbul’daki işbirlikçilerin şeyhülislamıydı. (S. 45-50-57-58)
  • Çerkez Ethem Yozgat isyanını bastırmaya giderken Ankara’ya uğradığında Mustafa Kemal tarafından karşılanmış, meclise götürülüp milletvekillerine alkışlattırılmış fakat sonraları adamlarıyla birlikte İsmet Paşa’nın emrine tabi olması istenmesi kabul edilmez bir durum olmuştur. Bu son durumla ilgili olarak Mustafa Kemal ile görüşmek için hasta yatarken yanına gitmiş, Mustafa Kemal kendisine; “Çeteciliğin artık bittiğini, ordu kurulduğunu, orduya bağlı çalışmaya mecbur olduklarını” belirtmiştir. Bunun üzerine Mustafa Kemal’e karşı silaha davranmayı düşünürken etrafına baktığında etrafının çepeçevre çevrilmiş olduğunu görmüş, Paşa’nın kendisine şüpheli gözlerle baktığını, hatta yastığın altındaki tabancaya davrandığını görünce düşüncesini gerçekleştirme imkânı ortadan kalkmıştır. Paşanın emrine itaat edeceğini belirterek huzurdan ayrılmıştır. (S. 60-61)
  • Mersin’de bulunan Mustafa Kemal, deniz yoluyla İzmir’e geçeceği proğramını kara yoluyla Konya-Bursa üzerinden İzmir’e çevirmiştir. Büyük ihtimalle bir suikast hazırlık planları sezilmiştir. Yolu Balıkesir’e düşen Mustafa Kemal İzmir’e hareket edecekken İzmir Valisinden gelen, “Şahsı devletinize karşı tertiplenen bir suikast teşebbüsü ortaya çıkarıldığıdan hareketinizin tehirini rica ederim” telgrafı gelmiş, ziyaret ertelenmiştir. Mandacılığın en güçlü temsilcisi Halide Edip Sultan Ahmet Mitinginin heyecanlı hatibidir. Ankara’ya geçince Mustafa Kemal’in karargâhına ve mahremine sokulacak kadar yakınlık sağlamış, kocası Dr. Adnan meclise ikinci başkan ve sıhhiye vekili olmuş, suikast öncesinde Viyana’ya gitmişlerdir. Rauf Bey yanlarındadır. Halide Edip Ankara’nın ipliğini pazara çıkarma misyonu için kaleme sarılmıştır. (S. 66-70-74)
  • İzmir’den önce Atatürk’e 11 ayrı suikast girişimi bulunduğu dikkate alınırsa eğer İstanbul’da yaşasaydı İttihatçıların onu çoktan öldürüp kayıplara karışacağı kesindi. Öldürülememesi tedbirli oluşundan hatta 1927 yılına kadar İstanbul’a gitmemesi de bundandır. (S. 77)
  • İzmir suikastının planlayıcıları İzmit Mebusu Şükrü Bey ve arkadaşlarıdır. Giritli Şevki Atatürk’e durumu ihbar mektubuyla bildirmiştir. (S. 78-79)
  • Terakkiperver Fıkranın kapatılmasından sonra Mustafa Kemal’i öldürme fikri ortaya çıkmış, çeşitli planlar yapılmıştır. Senaryo İzmit Mebusu Şükrü Bey ile eski Ankara Valisi Abdulkadir ve Ziya Hurşid gibi profesyonel kişiler tarafından hazırlanmıştır. Ziya Hurşid Mustafa Kemal’in tutuklanması için İstanbul’dan gelen emre ilk ret cevabı veren kişidir. (S. 82-94)
  • İzmir’de yapılacak suikast için Başdurak ile Yemiş Çarşısına gelen Caddelerin Kemeraltı’ndaki Hükümet Caddesiyle kesiştiği yer seçilmişti. Burası hem dönüş yeri hem de dardı. Gazi’nin otomobili Naim Palas’a geçerken burada yavaşlamak zorundaydı. (S. 85)
  • İzmir suikastının arkasında Rauf Orbay’ın rol oynadığı hakkında somut işaretler bulunmaktadır. Rauf Beyin daha başbakanken gizli muhalefetiyle cephedeki taarruz hazırlıklarının en kritik aşamasında ikinci grup olan anti-Kemalistlerle beraber Mustafa Kemal’in elini kolunu bağlamak istediği doğrulanmaktadır. İddianamede savcı Rauf Beyin konumunu; “zımmen haberdar olduğu kanaatine varmıştır. (S. 102-103)
  • Kazım Karabekir Atatürk’e Keçiören’de suikast beklentisi içindedir. İddianamede savcı Karabekir’in konumunu; “suikasttan haberli ancak muvafakati bulunmadığı” şeklinde değerlendirmiştir. (S. 103)  
  • İzmir suikastı sanıklarının yargılanması için münasip bir yer aranmış, Vali Kazım Paşa El Hamra Sinemasının uygun olacağını belirtmiş, şimdiki milli kütüphane olan salon mahkeme salonu oralar hazırlanmıştır. Elliden fazla tutuklu arasında anlı şanlı paşalar ve halen mebus olan tanınmış kişiler bulunmaktadır. Karabekir, Ali Fuat, Refet, Rüştü, Cafer tayyar Paşalar ile Canbulat, Şükrü, Sabit, Faik, Abidin, Cavit, Bekir Sami, Halis Turgut, Miralay Arif, Münir Hüsrev Beyler bunlar arasında yer almaktadır. (S. 104)
  • Erzurum kongresinin istihdaf ettiği gaye, doğrudan doğruya Erzurum Vilayetini, daha doğrusu şark vilayetlerinde ermeni komünist istiklalinin önüne geçmekti. (S. 126)
  • İttihat ve Terakki memleketin anahtarlarını teslim aldığı zaman memleketin hudutları Saraybosna’dan Hint Denizlerine kadar uzanıyordu. İttihat ve Terakkinin elinden düşürdüğü altın anahtarı biz aldığımız zaman hükümet merkezi işgal edilmiş, memleketin en güzel yerleri düşman işgal ve süngüleri altında kalmış bir vaziyette bulunuyordu. (S. 134)
  • İzmir suikastının mahkeme karar günü 13 Temmuz 1926 Salı günüdür. İkisi gıyaben olmak üzere onbeş kişi idama mahkûm edilmiştir. Firari Kara Kemal ve Abdulkadir dışında Şükrü Bey, Abidin Bey, Rüştü Paşa, Miralay Arif, Halis Turgut, İsmail Canbulat, Ziya Hurşid, Sarı Efe Edip, Laz İsmail, Çopur Hilmi, Gürcü Yusuf, Baytar Rasim hafız Mehmet 1626 yılının 13 Temmuz gecesinin sabahına karşı idam edilmiştir. Mahkûmların asılma işiyle Selanik Kıptilerinden Cellat Kara Ali görevlendirilmiştir. (S. 146-148-152)
  • 28 Martta mecliste ikinci grup diye bilinen muhaliflerin lideri Ali Şükrü kayboldu. Üstelik te hükümete yönelttiği bir dizi sert eleştiriye, Mustafa Kemal’in gösterdiği tepkinin ardından… Topal Osman Giresunlu idi. Mustafa Kemal’in 1919 Mayısında Samsun’a geldiğinde Pontus Rumlarını ezmek için Milli Mücadelenin emrine girmiş, gönüllü alayları oluşturmuştur. Karadeniz yöresinde acımasızlığıyla ün yapmış, 5000 kişilik silahlı gücüyle öne çıkmış, yarbaylığa kadar yükselmişti. 2 Nisanda Ali Şükrü’nün cesedi Çankaya’ya çok yakın Topal Osman’ın Papazın Bağı diye bilinen yazlık evinin bahçesine gömülmüş vaziyette bulundu. Boynuna çadır ipi geçirilerek boğulduğu anlaşılmıştır. (S. 167-168-170)
  • Çankaya’da resmi muhafız kıtası kurulmadan önce Mustafa Kemal Topal Osman ve adamları tarafından korunuyordu. Muhafız alayı kurulduktan sonra Topal Osman çetesine artık ihtiyaç kalmamıştı. Bunu kimse cesaret edipte söyleyemiyordu. Sonunda korkulan olmuş Topal Osman Çetesi Mustafa Kemal’i hedef almıştır. 2 Nisan günü Çankaya’da Gazinin köşkü civarında muhafız taburuyla Osman Ağa taburu arasında çatışma başlamış, Osman ağa ve on kadar maiyeti maktul düşmüştür.(S. 170-172)
  • Gazi’ye Latife Hanımla İzmir Göztepe’de iken bombalı suikast yapılmış, haber dünya basınına bile çıkmış, Mustafa Kemal’e isabet etmeyen bomba ile Latife Hanımın yaralandığı bildirilmiştir. (S. 175-175
  • 1919’dan sonra ilk kez İstanbul’a gelen Atatürk’e Beyoğlu’ndaki Tokatlıyan otelini ziyareti sırasında Mercan Altunyan yönetimindeki ermeni çetesinin suikast hazırlığı İstanbul polisi tarafından son anda farkedilmiştir. Üç terörist öldürülmüş diğerleri yakalanmıştır. (S. 177-178)
  • Pendik’ten Eskişehir’e kadar bir vagonun altında gizlenerek gelen Mercan Manokyan adlı biri tarafından da Atatürk’e suikast planlanmış, Adana’dan gelmelerini beklediği suç ortaklarıyla buluşamadan İstiklal Mahkemesinin 5 Mayıs 1925 tarihli kararıyla idam sehpasını boylamıştır. Bu Mercan Manokyan’ın İstanbul’da genelev patroniçesi ile ilgisi var mıdır acaba? (S. 183)
  • 27 Ağustos 1927 günü Yunanistan’dan Anadolu’ya geçen Hacı Sami ismindeki suikastçı Gazi’ye suikast planıyla Kuşadası Milas civarlarından iç bölgelere ilerlerken Mardan Dağlarında jandarma tarafından açılan ateş neticesinde kardeşiyle öldürülmüş, adamları yaralı ele geçirilmiştir. Çerkez Hacı Sami’nin kardeşi Eşref’te Çerkez Reşit ve Çerkez Ethem’in yandaşlarındandır. Bunlar İstiklal Savaşımızın en nazik bir zamanında düşmanla birleşerek vatana ihanet etmişlerdir. (S. 185-187)
  • Atatürk ölürse rejim yıkılır, saltanat tekrar kurulur düşüncesiyle Abdülaziz’in yeğeni Prens Sami tarafından suikast hazırlanmıştır. Oğlu Prens Bahattin Sami de bu konularda tam yetkili kılınmıştır. İngiltere yanlısı ve tahtın varisi konumunda olan baba Prens Sami tahta geçecek ya da Almanya yanlısı son Halife Abdülmecid tahta çıkacaktır. Bu planlardan türk istihbarat teşkilatı haberdardır. Osmanlı hanedanının ve Hilafetinin Haklarını Koruma Cemiyeti Türkiye’ye karşı yıkıcı faaliyetler planlamaktadır. Prens Sami’nin Türkiye’deki adamları Şubat 1938’de harekete geçmek üzere Atatürk’e suikast hazırlamışlardır. İngiltere plan hazırlıklarından haberdar ancak Türk Hükümetine bilgi vermemektedir. Prens Sami İngiltere hükümetinden beklediği desteği göremeyince suikast gerçekleşememiştir. (S. 190-191-192-194-195)
  • Cenevre’ye giderken Viyana’da Türk Dışişleri Bakanı DR. Tevfik Rüştü Aras’a suikast düzenlenecek, bakana düzenlenecek defin töreninde özellikle Mustafa Kemal olmak üzere yüksek makam sahiplerine suikast düzenleyeceklerdir. (S. 202)
  • 31 Mayıs 1938’de Savarona Yatı Dolmabahçe’ye demirlemiş, Atatürk 1 Haziranda yata geçmiştir. Savarona’daki tedaviden de olumlu sonuç alınamamıştır. (S. 209)
  • Hastalığı ilerleyen Atatürk’e 7 Eylül 1938 tarihinde birinci, 21 Eylül gününde ise ikinci ponksiyon yapılmış, karnında biriken su alınmıştır. (S. 210)
  • Son anlamlı sözü “saat kaç” olmuş, Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp’e “Ve aleyküm selam” demiştir. (S. 214)
  • Atatürk’ün ölüm nedeni ile ilgili Prof. Dr. Utkan Kocatürk’ün görüşü; Alkole bağlı sirozda karaciğer küçülür, diğer nedenlere bağlı sirozlarda karaciğer büyür ve büyüklüğünü korur. Atatürk’ün ilk muayene raporlarında ciğerin büyüdüğü, son raporlarda, 8 Eylül tarihli raporda olduğu gibi ciğerin büyüklüğünü sürdürdüğü, küçülmediği belirtilmektedir. (S. 230)
  • Türkiye’de mason cemiyeti Atatürk tarafından kapatılınca Varnalı Bulgar yahudisi 33. Dereceli farmason Avram Benaroyas, “O sarı lider ortadan sureti katiyetle kaldırılacaktır. Mefkuremize imha edici darbe vuranların akibeti feci şartlar altında ölümdür” demiş, Türkiye’nin ikinci mason lideri Kimyager Mustafa Hakkı Nalçacı acilen Moskova’da davet edilmiş, Nalçacı Atatürk’ün öldürülmesinden sonra Nazım Hikmet başkanlığında bir hükümet kurulmasını istemişse de uygun görülmemiştir. İlk başta Atatürk’ü silahla ortadan kaldırmayı düşünmüş olsalar da ani ölümün tehlikeli görülmesi üzerine esrarengiz ve kendine göre esrar arz edecek ölüm kararına uymuşlardır. 1937 yılı ortalarında Atatürk’e sinir organlarını zaafa düşürecek şekilde ilk darbeyi indirmeleri sebebiyle sinir organları felce uğramış, burun kanamaları, baş dönmeleri, istifralar, karşısındaki arkadaşı tanımamazlıklar kendini göstermeye başlamıştır. Yunan gazetesinde şu görüşe yer verilmiştir; “Filistin siyon kolonilerini meydana getirmek için Osmanlı İmparatorluğunu parçaladık. Bundan sonra yapılması elzem olan üç vazife daha vardı”. Varnalı Yahudi Farmason Avram Benaroyas Atatürk’e ilk darbeyi 1937 yılı ortalarında vurduklarını belirtmektedir. Kalbi kuvvetli denen Atatürk’e 30 Temmuz 1938 günü Prof. Dr. Ömer Neşet İrdelp tarafından kalbin kuvvetlendirilmesi için iğne yapılmasına karar vermiştir. Atatürk’ün doktorları arasında Mim Kemal Öke, Prof. Dr. Samuel Abravaya Marmaralı masonluğu bilinenler arasındadır. Salygran (civalı ilaç) atatürk’ün tedavisinde ajan tevdavi ilacı olarak kullanıldığı, aslında Mustafa Kemal’in bu ilaçla ağır ağır zehirlenerek öldürüldüğü ortaya çıkmıştır. Sıtma geçirdiğinin bilinmesine rağmen karaciğer ve dalağı yıpratan kinin ve atebrin gibi ilaçlar bol miktarda kullanılarak ölüm çabuklaştırılmıştır. Sadece 1937 yılında İstanbul Eczanesinden Atatürk için 43 kutu kinin alınmış olması buna iyi bir örnektir. (S. 233-234-235-237-238)
  • Ardından söylenenler;
  • Mevcut rütbelerin hepsini kaldırdığı bir memlekette, bu adam bütün rütbeleri kazanmıştır. O memlekette bulunabilecek en şerefli isim ona verilmiştir. (Mercel Sauvage-Gazeteci)
  • Bu insanlığa denenmiş bir felsefe örneği olarak sunulabilir. Atatürk yüzyıllara sığabilecek işleri on yılda tamamladı. (Gerrad Tongos-Yazar)
  • Denilebilir ki onsuz İslam alemi yolunu bulabilmek için elli yıl daha bekleyecekti. (Berthe Georges-Gaulis)
  • İngiltere önce cesur ve asil bir düşman, sonra da sadık bir dost olarak tanıdığı büyük adamı selamlamaktadır. (Sunday Times)
  • O genç ve dahi Türk şefinin o esnada Çanakkale’de bulunması, müttefikler bakımından tarihin en acı darbelerinden biridir. (Alan Moorehaed-Yazar)
  • O büyük insan yalnız Türkiye için değil, bütün doğu milletleri için de en büyük önderdi. (Emanullah Han-Afgan Kralı)
  • Bizim aslımız rengi uçmuş bir kıvılcım iken, onun bakışı ile cihanı kaplayan ve aydınlatan bir güneş haline geldik. (İkbal-Şair)                         

İbrahim SERBESTOĞLU-Osmanlı Kimdir?
Osmanlı Devletinde Tabiiyet Sorunu’ndan Notlar

  •        İslam Hukuku insanların tümünü tebaa olarak kabul etmekle birlikte Müslüman ve gayrimüslim olarak iki gruba ayırırdı. Gayrimüslimler ehli ahd ve ehli harp olarak tanımlanırdı.  Ehli ahd tabiiyet hukuk açısından üç gruba ayrılırdı; Zimmîler: İslam devleti himayesi altında yaşayan yani o devletin tebaası olan gayrimüslimlerdir. Muahidler: Kendileriyle barış yapılmış olanlardır. Müstemin: Ticaret veya başka görevlerle İslam ülkesine gelmiş olan ve geçici bir süre ikamet izni olan gayrimüslimlerdir. (S. 23)
  •     Osmanlıcılık, padişah yönetiminde devlet sınırları içerisinde yaşayanların ırk ve din farkı gözetmeksizin siyasal, hukuki ve sosyal zeminde eşit olmalarını amaçlar. Osmanlıcılık siyasetinin üç hedefi; Devlete veya padişaha bir kutsallık atfederek dinsel ve etnik farklılıklar üstü bir sadakat odağı oluşturmak, üzerinde yaşanan toprağa kutsallık atfederek vatan sevgisine sahip bireyle oluşturmak, dinsel farklılıkların arka planda kaldığı seküler bir Osmanlı ulusu yaratmaktır. (S. 47-48)
  •        Tanzimat döneminde Osmanlıcılık politikasının uygulanmaya konulduğunun ve tebaası arasında ayrım yapılmadığının bir göstergesi olarak oluşturulan vilayet, liva ve kaza meclislerinde gayrimüslim üyelerin de yer almasıdır. On dokuzuncu yüzyılda ne Avusturya ne de Rusya’da böyle bir durum görülmemekte, bu şekilde gayrimüslimlerin devlete sadakatle bağlanmaları hedeflenmektedir. (S. 51)
  •    Tanzimat fermanında; “Muhafazai vatan için asker vermek ahalinin farizai zimmetidir”  denilmektedir. (S. 56)
  •        1876 Kanuni Esasi de Osmanlı; “Osmanlı Devletinin tabiiyetinde bulunan fertlerin bütünü hangi din ve mezhepten olursa olsun istisnasız Osmanlı tabir olunur”. (S. 60)
  •   Osmanlı Tabiiyet Kanunu gerekçeleri; Modernleşme sürecinin doğurduğu zorunluluk, yabancılarla evlilikten doğan çocukların tabiiyetlerinin ne olacağı, ihtida eden gayrimüslimlerin Osmanlı tabiiyetine geçmiş sayılıp sayılmayacağı, ecnebi konsolos vekilliği, konsolos tercümanlığı veya konsolosların hizmetinde bulunmadır. (S. 61-62)
  •    Tabiiyet Kanunu İradei Seniye ile 28 Ocak 1869’da kabul edilmiştir. 1851 tarihli Fransız vatandaşlık kanunundan esinlenerek hazırlanmıştır. (S. 68-69
  •        Rüşt yaşı yirmi yaş olarak kabul edilmiştir. (S. 70)
  •        15 Kasım 1847’de Protestanlık Osmanlı Devletinde ayrı bir mezhep olarak kabul edilmiştir. (S. 84) 
  •     Amerika’ya yapılan ermeni göçlerinin sebepleri olarak; misyonerlerin etkisi, ekonomik sıkıntılar, dünya sergileri ve askerlikten kaçış, teknolojik gelişmeler sayılabilir. (S. 97-98-99-100)
  •        1860-1920 yılları arasında Suriyeli, ermeni ve Müslüman olarak 1,200,000 kişinin Amerika’ya göç ettiği, bu rakamın Amerika nüfusunun %5’ine tekabül ettiği tespit edilmiştir. (S. 105)
  •        Amerika’ya göç eden ermeniler ermeni kolonisi ve lobisini oluşturup etkili lobi çalışmalarıyla Türk-Amerikan münasebetlerinin gelişmesini önlemeye, ikili anlaşmaların önünü tıkamaya başlamışlardır. (S. 107)
  •        Ermenilerin soydaşlarından para almadan iş ayarlamamaları; “Hiçbir ermeni göçmen rüşvet almadan bir soydaşına bir bardak su vermez” sözünün söylenmesine sebep olmuştur. (S. 110)
  •        1893 yılında Merzifon Amerikan Koleji tahrip edilmiştir. (S. 123)
  •        Yahudiler Kudüs ve çevresini oluşturan Filistin’i vadedilmiş topraklar olarak kabul ederler. Bu sebeple tarihin çeşitli dönemlerinde dünyanın neresinde olursa olsun baskı ve zulüm gören Yahudilerin aklına ilk gelen yer Filistin toprağıdır. Osmanlı devletinin ilk dönemlerinde Yahudiler Filistin haricinde Selanik gibi şehirlere yerleştirilmişti. On sekizinci yüzyıldan itibaren gelenlerin hedefi tamamen Filistin olmuştur. (S. 180)
  •        Yahudilerin Filistin’e yerleştirilme fikrini Laurence Oliphant İngiliz hükümetinin de desteğini alarak ortaya atmıştır. Proje Sultan II. Abdulhamid’e sunulmuş ancak kabul edilmemiştir. (S. 183)
  •        1891 yılından itibaren Filistin topraklarına Yahudi göçü endişe verici boyutlara ulaşmıştır. (S. 186)
  •       Theodor Herzl’in danışmanlarından Max Bodenheimer siyonizmin amacını; “Bizim düşlerimizin kanatları vardır, sınır tanımazlar. Yahova’nın Eski Ahitte vadettiği Nil’den Fırat’a kadar tüm bölgeler Yahudi kolonisazyonuna açılmalıdır” diye tarif etmiştir. (S. 193)
  •        Siyonist kongresinde alınan kararların hayata geçirilmesi için Mayıs 1901’de II. Abdulhamid ile Theodor Herzl görüşmüş, Yahudilerin Filistin’e yerleşmesi karşılığında Osmanlı dış borçlarını ödemeyi teklif etmiş, bu teklif padişah tarafından reddedilmiştir. Abdulhamid’in saltanatı boyunca yasaklara rağmen Filistin’deki Yahudi nüfusu üç kat artmıştır. (S. 193-195)
  •       İkinci meşrutiyetin ilanından sonra yönetimi devralan ittihatçılar Yahudi göçüne sıcak bakmışlar, Meclis Başkanı Ahmed Rıza; “Musevileri devletimizin her köşesinde ellerimiz açık olarak karşılamaya hazırız, yeter ki onlar sermayelerini alarak ülkenin endüstri ve tarımına katkıda bulunmaya gelsinler” demiştir. (S. 196)
  •   Yunan krallığı 1938’da Rusya, İngiltere ve Fransa’nın desteğiyle Attik, Mora, Eğriboz Yarımadalarıyla Kuzey Sporad ve Kiklad Takımadalarından oluşan sahada kurulmuştur. (S. 236)

KIZILAY

Bayraktaki  hilal  senin   sembolün
Zorda kalanların yanındasın Kızılay
Nerde bir gariban varsa yetişir elin
Darda kalanların yanındasın Kızılay

Tarihin  çok  eskidir, devirdin  yılları
Yardımcı olmak için bulursun yolları
Etkilemez   seni  ne  olduğu   dilleri
Dünyamızın her bir yerindesin Kızılay

Çadırdan yuva kurdun evsiz kalanlara
İlaç  olup  yetiştin  hasta  olanlara
Bir tas çorba diye rüyaya  dalanlara
Yardımcı olarak bir sen varsın Kızılay

Nerde  gariban  varsa bilir tanır seni
Mevlamızın merhamet eli sanır seni
Yardım kuruluşları hep kıskanır seni
Hızır  olarak  hep  yetişirsin Kızılay

Bir dakikalık bile durmak yoktur sana
Bu coğrafyada minnet duyan çoktur sana
Bazı kem gözler zarar veren oktur sana
Yardımlarınla her zaman yaşa Kızılay

                                   22/12/2016
                               Cemil UYGUN

20 Aralık 2016 Salı

ŞEHİT KENAN DÖNGEL

Uğurlar  olsun şehidim
Gözün arkada kalmasın
Sen rahat  uyu yiğidim
Caniler felah bulmasın

Bomba  ile  bitti  rüya
Pes dedirtecekler güya
Boşa kurulan bu hülya
Bir anlık gerçek olmasın

Gözü  yaşlı  kaldı  anan
Sana çoktur bugün yanan
Büyük oyundur bu dönen
Böyle haberler gelmesin  

Bitsin  artık  kara  haber
Gence kazılmasın mezar
Boşa  gitmesin  emekler
Düşman bu hale gülmesin

Güle güle  mavi  gözlüm
Güle güle doğru  sözlüm
Güle güle cennet yüzlüm
Kimse  terörden  ölmesin

Soğuk toprak pamuk olsun
Melek  huri  sana  gülsün
Cani  eller  ceza  bulsun 
Gözün  arkada  kalmasın

                  19/12/2016
             Cemil UYGUN

17 Aralıkta Kayseri'de askeri birlikten çarşı iznine çıkan askerleri şehire taşıyan belediye otobüsüne bombalı araçla saldırı neticesinde Erfelek  Akcasöğüt Köyüne kayıtlı Kenan DÖNGEL 13 arkadaşıyla birlikte şehit olmuş 19 Aralık pazartesi günü Erfelek Hükümet konağı önünde yapılan törenden sonra köyünde toprağa verilmiştir. 

11 Aralık 2016 Pazar

HAİN PLAN

İstanbul'da patlama,  yürekleri yakan 
Her yerde gözyaşları seller olup akan
Savaş  manzarası  gibi  ortaya  çıkan
Dost ile düşman birlikte yarışır  oldu

Dokuz aralık, kahpe  eller iş başında
Kaç tane genç, kaç tanesi orta yaşında
Bu gün tat kalmadı  ocakların aşında
Hayal, gerçek  birbirine  karışır oldu

Her  şey  parçalandı  nasıl uçtu havaya
Kaç  tanesi  dönemedi  sıcak  yuvaya
Kanat açıp yükseldiler Yüce Mevla'ya  
Kahpe düşman aramızda dolaşır oldu

Farkında olmadan yine  geldik nazara
Muhtaç olduk birlik, beraberlik, huzura
Zamansız koyar olduk gençleri mezara
Kara  bulut  üstümüze  yerleşir  oldu

Son olsun diyelim bu mübarek gecede
Niyazımız bu olsun kelimede, hecede
Yeniden güçlü millet olalım neticede
Dost bildikler halimize gülüşür oldu

                                     11/12/2016
                                 Cemil UYGUN

9 Aralık 2016 Cuma

Ali GÜLER-Atatürk’ün Son Sözü “Aleykümesselam” Notları


·       15-20 Ekim 1927 tarihlerinde Ankara’da Cumhuriyet Halk Partisinin II. Büyük Kongresinde toplanan 315 milletvekili ve 200 parti üyesine altı gün boyunca her gün 6-9 saat hitap ederek toplam 36 saat, 31 dakika süren Büyük Nutku’nu okumuştur. İngiliz Büyükelçisi Sir George Clerk, 26 Ekim 1927 de Londra’ya gönderdiği raporda; “Gazi’nin bu denli fiziki bir çabaya katlanması onun sağlığının iyi oyduğunu gösterir” demiştir. (S. 16)
·       Trablus’ta bulunduğu sırada diş rahatsızlığı geçirmiş, Mim Kemal Öke ile bu vesileyle tanışmıştır. (S. 17)
·       Atatürk’ün diş hekimi Osmanlı Sarayının da diş hekimi olan Musevi asıllı Diş Hekimi Sami Günzberg’tir. Atatürk’ün protezi de bu dişçi tarafından yapılmıştır. (S. 17)
·       Atatürk, bebek iken evlerine giren ve kapıyı zorlayan hırsızlarla yapılan mücadele esnasında kapı yerinden çıkmış ve üzerine düşmüştür. (S. 19)
·       1911 yılında gazeteci Mustafa Şerif takma adıyla Trablusgarp’a giderken Mısır’dan Bingazi’ye geçerken at tepmesiyle yaralanmış, tedavi için İskenderiye’ye dönmek zorunda kalmıştır. (S. 19)
·       Yoğun toz bulutu içerisinde Derne’de 16/17 Ocak 1912’de İtalyanlara karşı yerli halkın baskın şeklindeki taarruzu sırasında yoğun toz bulutu içinde kalmış, gözüne kaçan kireç parçası gözünü zedelemiştir. (S. 20)
·       10/17 Kasım 1912 tarihlerinde Viyana’da zamanın tanınmış göz hekimi Profesör Fuchs tarafından muayene edilmiş ve bir müdahale geçirmiştir. Bu hastalığından kalma bir iz olarak sinirlendiğinde sol gözünün damarları belirgin bir şekilde atmaktadır.
·       Bazı kesimler tarafından gözünde meydana gelen bu hastalık doğuştan gelen bir eksiklik olarak anlaşılmış ve kendisine Deccal yakıştırması yapılmıştır. Ayrıca Suriye’de bulunduğu sıralarda kum fırtınaları sebebiyle yine göz rahatsızlıkları yaşamıştır.  (S. 24)
·       Trablusgarp Savaşlarında Eritre Taburuna taarruz ettiği sırada sağ kolundan kurşunla yaralanmıştır. (S. 24)
·       Conkbayırı’nda düşman topçu ateşinden gelen bir şarapnel parçası göğsünü sağ tarafına çarpmış, cebinde bulunan saati parçalanmıştır. Sakarya’da cepheyi gezerken attan düşmüş ve kaburgaları kırılmıştır. (S. 25)
·       Manastır Askeri Lisesinde öğrenci iken sıtma hastalığına yakalanmıştır. (S. 29)
·       Veliaht Vahdettin Efendi’nin maiyetinde 15 Aralık 1917 tarihi ile 4 Ocak 1918 tarihleri arasında Almanya’ya seyahatte bulunmuştur. (S. 32)
·       Avusturya’nın Karlsbad şehrinde Dr. Verner tarafından tedaviye alınmış, 1919’da Samsun’a çıktıktan sonra böbrek sancılarının başlaması üzerine 23 Mayıs 1919’da böbrek rahatsızlığının tedavisi için kaplıcalardan faydalanmak üzere Havza’ya geleceğini Kaymakam Fahri Bey’e bildirir. (S. 33)
·       Atatürk hayatı boyunca iki kere ciddi kalp krizi geçirmiştir. Birincisi, 11 Kasım 1923 tarihinde öğle yemeğinden sonra sofradan kalkarken göğsüne bir ağrı girmiş, Dr. Refik Saydam tarafından müdahale edilmiş, ikincisi, 13 Kasım 1923 tarihinde bahçede gezinirken kriz geçirmiş, Dr. Neşet Ömer İrdelp hükümet tarafından Ankara’ya çağrılarak muayenesi yapılmış, koroner yetmezliği düşünülmemiş bu krizlerin çok çalışma ve yorgunluktan ileri gelen bir “elemi asabi” olduğu tespit edilerek kendisine istirahat ve hava değişimi tavsiye edilmiştir. 22/23 Mayıs 1927 gecesinde de yatakta göğsünde ve sol kolunda şiddetli bir ağrı ile birlikte büyük bir sıkıntı, ter ve bulantı olur, üç gün sonra Köşkte yine aynı durum meydana gelir, Sıhhiye Vekili Dr. Refik Saydam ile Dr. Asım Arar ilk tedaviyi yaparlar ve Dr. Neşet Ömer İrdelp tekrar Ankara’ya çağrılır, fazla yorgunluğa bağlanır ve Atatürk tarafından da kimsenin duymaması istenir. (S.34-35)
·       1937 yılı içinde evvela uzun sürelerle sonra sık sık olarak burun kanamaları görülmeye başlanmıştır. Bu kanamalarına sınırsız alkol kullanmasının sebep olabileceği kararı verilmiştir. Dr. Asım Arar bu konuyu önce İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya söyler sonra da birlikte Başbakan Celal Bayar’a aktarırlar. Celal Bayar Atatürk ile görüşerek konsültasyon yapılmasına karar verilir. 23 Şubat 1938 günü Çankaya’da Dr. Neşet Ömer İrdelp, Dr. Akil Muhtar Özden, Dr. Hüsamettin Kural, Dr. Asım Arar ve Dr. Ziya Naki Yaltırım’dan oluşan bir hekim grubu tarafından muayene edilir. Sert kıvamda karaciğer ve iki parmak geçen dalak büyüklüğü ile gözlerinde hafif sarılık, burnunda iki sathi yara tespit edilir, karaciğer hastalığı, siroz başlangıcı olduğu ve bunun en önemli sebebinin alkol olduğu kabul edilir. (S. 40)
·       8 Ekim 1938 tarihinde bir karaciğer kanaması geçirmiştir. (S. 41)
·       Daha sonra Atatürk’ün hastalığının alkole bağlı siroz olmadığı, beslenme tarzı ve daimi peklikten kaynaklandığı değerlendirilmiştir. (S. 42)
·       Ölüm raporunda ölüm nedeni olarak alkolle ilişkili karaciğer iltihabı gösterilmiştir. (S. 42)
·       Gazeteci Yazar Ogün Deli, konulan teşhisin yanlış olduğunu, tedavide kullanılan cıvalı ilaçlarla zaman içinde, bazıları tarafından da mason locaları tarafından öldürüldüğü iddia edilmektedir. (S. 42)
·       8 Kasım 1938 günü fenalaşmış, doktorunun dilini uzatması isteğine teki verememiş, başını biraz sağa çevirerek Dr. Ömer Neşet İrdelp’e dikkatle bakıp “Aleykümesselam”  demiş, bu sözden sonra ikinci ponksiyondan (vücuttan sıvı alımı)  tam 30 saat sonra komaya girmiştir. 8 Kasım 19.00’dan beyin ölümünün gerçekleştiği 10 Kasım 09.05’e kadar 38 saat 5 dakika geçmiştir.  Nahl Suresi8. Ayet meali (yaşar Nuri Öztürk); “Ki bunlar meleklerin arınmış ve sükûnet içinde iken canlarını alacakları kimselerdir. “Selam (ve selamet)” size (selamünaleyküm). İşlemekte olduğunuz (iyi hareketlerin, amellerin) karşılığı olmak üzere girin cennete” derler”. Atatürk’ün komaya girmeden önce 32. Ayette bahsedilen ölüm anının gerçekleştiği,, kendisine “selamünaleyküm” diyen meleklere, “Aleykümesselam” dediği anlaşılmaktadır. (S. 45-46-67)
·       10 Kasım saat 09.05’te gözünü birdenbire açmış, bir an sert bir hareketle başını sağa çevirmiştir. Yanında bulunanlar bu hareketini etrafındakilerin şahıslarında ilahi bir aşk ile bağlandığı ve inandığı aziz milletini son defa askerce selamlamak olarak yorumlamışlardır. (S. 48)
·        Ankaralı koleksiyoner Muhammed Yüksel tarafından, elindeki bazı fotoğrafları delil olarak gösterilip Atatürk’e otopsi yapıldığı ancak sonuçların kamuoyu ile paylaşılmadığı iddia edilse de, resmi kayıtlara göre otopsi işlemi yapılmadığı, el ve yüz mulajları alınmış ve daimi istinatgâhına defnedilene kadar geçen sürede cesedin bozulmaması için cesede tahnit işleminin yapıldığı belgelerle açıklanmaktadır. Tahnit işlemi Prof. Dr. Mustafa Hayrullah Diker ve Prof. Dr. Süreyya Hidayet Serter’in gözetiminde Gülhane Patolojik Anatomi Hocası Prof. Dr. Lütfü Aksu ile başasistanı Dr. Ziya ve arkadaşları tarafından yapılmış, Münir Hayri Egeli de kendilerine yardım etmiştir. (S. 75-81-96)
·       Atatürk’ün naaşı tahnit yapılmadan önce o zaman İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Ord. Prof. Dr. Şerafettin Yaltkaya’nın nezaretinde İslam ananesine göre yıkanmıştır. (S. 80)
·       Atatürk’ün na’şının Anıtkabir’e taşınma komitesi; zamanın Başvekili Adnan Menderes, Meclis Başkanı Refik Koraltan, Bayındırlık Bakanı Kemal Zeytinoğlu, Ankara Valisi Kemal Aygün, Ankara Belediye Başkanı Atıf Benderlioğlu, Atatürk’ün yakın dostlarından eski Meclis Başkanı Aldülhalik Renda ve o zamanın Başvekalet Müsteşarı Kemal Gedeleç. (S. 85)
·       11 Kasım 1938 Cuma günü saat 09.30 da Başbakan ve Parti Umum Reis Vekili Celal Bayar başkanlığında toplanan Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ittifakla (323 oy) Malatya Milletvekili İsmet İnönü’yü Cumhurbaşkanlığına aday göstermiş, aynı gün 11.00 de toplanan Mecliste toplantıya katılan milletvekillerinin biri hariç (Prof. Dr. Yusuf Hikmet Bayur) tamamının (348) oyuyla Türkiye Cumhuriyetinin ikinci Cumhurbaşkanı seçilmiştir. (S. 101)
·       16 Kasım 1938 Çarşamba günü sabah saat 10.00’da Dolmabahçe Sarayı Muayede salonunda naaş ziyarete açılmış, ziyaret 17 Kasım günü geç saatlere kadar devam etmiş, izdihamda 7’si kadın olmak üzere 11 vatandaş hayatını kaybetmiştir. (S. 103-104)  
·       Başbakan Celal Bayar 18 Kasım 1938 Cuma günü Ankara’dan İstanbul Dolmabahçe’ye gelmiş, vatandaşlarla katafalktaki naaşı ziyaret etmiş, cenaze namazı sarayın muayede salonunda Türkçe tekbir verilerek İslam Tetkikleri Enstitüsü Direktörü Ord. Prof. Dr. Şerafettin Yaltkaya tarafından kıldırılmıştır. (S. 106-109)
·       Cenaze gemi ile İzmit’e, oradan da trenle Ankara’ya taşınmıştır. Ankara’daki resmi tören 21 Kasım 1938 Pazartesi günü icra edilmiş, naaş Namaztepe’de (Namazgah adıyla bilinen Müslüman mezarlığı olana tepe) bulunan Etnoğrafya Müzesinde lahdin üzerinde 31 Mart 1939 sabahına kadar yaklaşık dört ay kalmış, lahdin altında geçici olarak hazırlanan geçici kabre indirilmiştir. (S. 110-111-113-114-119)    
·       04/11/1953 Cuma günü Atatürk’ün naaşı muvakkat kabirden Anıtkabir’e taşınmak üzere çıkarılmıştır. 9 Kasımda Prof. Kamile Mutlu ve yardımcıları ile tabut açılmış, tahnitlenmiş naaşın bozulmadan korunduğu görülmüştür. (S. 126-129)
·       Anavatanın her bir tarafından getirtilen vatan toprakları birbirine karıştırılmış, yalnız Yugoslavya’dan gelen toprak konulmamıştır. Bu toprakların içinde yurtdışından Ata’nın Selanik’te doğduğu evin bahçesindeki dut ağacının dibinden, Kore şehitlerimizin mezarlarından ve Kıbrıs’tan üç yerden topraklar da bulunmaktadır. (S. 131-147)
·       10 Kasım 1953 günü Atatürk’ün naaşı Anıtkabir’deki mezara defnedilmiş, Ankara Radyosu nakil törenini canlı yayınla duyurmuştur. Bu işlem sırasında öğrenci temsilcisi olarak görevli Yekta Güngör Özden de (Hukukçu, Anayasa Mahkemesi Başkanı) bulunmuştur. (S. 135-136-141)
·       Atatürk’ün vefat ettiğinde emekli hesabında 19,566,80. TL, şahsi hesabında ise; 53,453,18. TL olmak üzere toplam:73,019,98 TL birikimi tespit edilmiştir. (S. 158)
·       Hint Müslümanları esir edilen halifenin kurtarılması için milli mücadeleye ilgi duşmuşlar, Hilafet Fonunda toplanan paraları İslamiyet’in kılıcı ilan ettikleri Mustafa Kemal adına ve şahsına göndermişlerdir. Gönderilen bu paraların Türk Lirası olarak karşılığı 675,000.- Türk Lirasıdır. Bu paralar hilafetin kaldırılmasından sonra Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle Yunan Ordusunun yakıp yıktığı yerler ile aç ve açıkta kalan insanlar için harcandığı, bir kısmıyla toprak alınarak çiftlikler kurulduğu, bir kısmıyla Türkiye İş Bankasının kurulduğu, kalanıyla da İş Bankası ve Maden kömürü hisse senetleri alındığı tespit edilmiştir. (S. 159-160-161-162)
·       Hintlilerin yardım paralarıyla kurulan çiftlikler; Ankara’daki Orman Çiftliği ( Ankara’da Orman, Yağmurbaba, Balgat, Macun, Güvercinlik, Tahar, Etimesgut ve Çakırlar), Yalova (Millet ve Baltacı Çiftlikleri), Silifke (Tekir ve Şövalye Çiftlikleri), Tarsus (Piloğlu) çiftlikleridir. 11 Haziran 1937’de Trabzon’dan gönderdiği bir yazı ile bütün çiftlikleri üzerindeki taşınmazlarla birlikte hazineye bağışlamış, resmi işlemler 11 Mayıs 1938 günü tamamlanmıştır. (S. 163-165)
·       Atatürk 5 Eylül 1938 Pazartesi sabahı yasanın buyurduğu şekilde kendi el yazısıyla vasiyetini yazmış, Beyoğlu Toptaş Handaki İstanbul Altıncı Noteri İsmail Kunter’e “İcap ettiğinde gereğini yaparsınız” diyerek teslim etmiştir. Vasiyet vefatından 18 gün sonra 28 Kasım 1938 Pazartesi günü Ankara Üçüncü Sulh Hukuk Hâkimliğinde açılmıştır. Vasiyetinde; sahip olduğu nukut ve hisse senetleri ile Çankaya’da bulunan gayrimenkul emvalini Cumhuriyet Halk Partisine, aşağıda belirttiği şartlarla devretmiştir. Nukut ve hisse senetlerinin İş Bankasında nemalandırılacağı, nemalardan yaşadıkları müddetçe Makbule’ye aydı bin, Afet’e sekizyüz, Sabiha Gökçen’e altıyüz, Ülkü’ye ikiyüz, Rukiye ile Nebile’ye şimdilik yüzer lira verileceği, Sabiha Gökçen’e bir ev alınacak para verilmesi, Makbule’nin yaşadığı sürece Çankaya’daki evde kalacağı, İsmet İnönü’nün çocuklarına yüksek tahsilleri için muhtaç oldukları yardımın yapılacağı, nemadan kalan miktarın yarı yarıya Türk Tarih ve Dil Kurumlarına tahsis edileceği yazılıdır. Bu vasiyete dayanılarak tereke Cumhuriyet Halk Partisine zimmetlenmiş, 3 Aralık 1938 günü CHP Mümessili ve Erzurum Milletvekili Nafi Atuf Kansu’ya teslim edilmiştir. (S. 169-170-172-174-178)
·       Meriç Tumluer tarafından 14 Eylül 2012 günü katıldığı Beyaz TV’de yayınlanan Dinamit adlı programda Atatürk’ün açıklanmayan gizli vasiyetinin elinde olduğu, vasiyette Kürt meselesinden hilafete, Ortadoğu’daki gelişmelerden ekonomik sorunlara kadar pek çok konuda bilgi olduğu söylenmiştir. Bu gizli vasiyeti okuyanların öldürüldüğü (Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal) iddia edilmiş, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın bu yüzden asıldığı iddia edilmiştir. (S. 184-185)
·       Anıtkabir’in yapılacağı yer konusunda birçok araştırma yapılmış, birçok yer teklif edilmiş, en son olarak Atatürk’ün sağlığında yanına alıp Ankara’da gezdiği İçel Milletvekili Emin Cankur’un Atatürk ile Rasattepe’den şehri seyrettikten sonra Atatürk’ün; “Bu tepe ne güzel anıt yeri” fikrini anlatmasıyla bu gün Anıttepe olarak bilinen eskiden meteoroloji istasyonu bulunan, altında bulunan Tümülüslerden dolayı Beştepeler olarak da bilinen Rasattepe kabul edilmiş, 7 Temmuz 1939’da buranın kamulaştırılması kararı verilmiş, toplam kamulaştırılan arazi 750,000 metre karedir. (S. 195-196-199)
·       Anıtkabir Proje Yarışmasına Türkiye (20 proje ile) Almanya, İtalya, Avusturya, İsviçre, Fransa ve Çekoslovakya’dan 49 proje katılmış, projelerin ikisi şartnameye uygun olmadığı için elenmiş, Türk Mimarları Prof. Dr. Emin Onat ile Doç. Dr. Orhan Arda’nın eserinin uygulanmasına 18 Kasım 1943 tarihinde karar verilmiş, inşaata 9 Ekim 1944 günü başlanılmıştır. (S. 209-211-213-217)
·       Anıtkabir’in Çankaya yönündeki 33,528 metre uzunluğunda, yapıldığı zaman Avrupa’daki çelik bayrak direklerinin en uzunu olan bayrak direği aslen Makedonya’da Türk sancağında doğmuş Amerika Newyork Şehrinde bulunan American Flagpole Eguıpment Co. İsimli şirketin sahibi Nazmi Cemal Bey tarafından hediye edilmiştir. 21 Haziran 1945 tarihinde başvekâlete bu konuda dilekçe ile müracaat etmiş, yapılan araştırma ve incelemeler neticesinde uygun olacağı belirtilmiş, bayrak direği 16 Mart 1946’da Türkiye’ye gönderilmek üzere yola çıkarılmıştır. Şirket sahibi Aralık 1981’de Ankara’ya gelmiş, Anıtkabir’i ziyaret etmiştir. (S. 251-252-253-255)
·       Anıtkabir’de bulunan sembolik lahit (Sarkofaj taşı) tek parça kırmızı mermer olup 40 ton ağırlığındadır. Gerçek mezar bu lahidin alt katında toprağa gömülü vaziyettedir. Lahitten de mezar odasının camından da Ankara Kalesinde dalgalanan Türk Bayrağı görünmektedir. (S. 257)

·       Anıtkabir’de Atatürk’ün mezarı dışında yakın silah arkadaşlarından Milli Mücadelenin Batı Cephesi Komutanı ve 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün mezarı Barış ve Zafer Kuleleri arasında bulunmaktadır. 25 Aralık 1973’te vefat eden İsmet İnönü, Bakanlar Kurulu Kararıyla 28 Aralık 1973’te Anıtkabir’de bulunan mezara defnedilmiştir. (S. 267)
                                                                                                                        09/12/2016